Eskiden savaşlarda esir alınan ya da başka ülkelerden kaçırılıp hizmet ettirilmek amacıyla satın alınan erkeklere köle denilirken kadınlara ise cariye denilirdi.

Günümüzde tam anlamıyla köle ve cariye olmasa da değişik isimler adı altında bazı toplum ve yörelerde hala rastlanılmaktadır. Yani yaşadığımız çağda kölelik ve cariyelik sadece şekil değiştirdi.

Eskiden insanların bedenleri kontrol altına alınarak fiziksel güçlerinden faydalanılırken; günümüzde bedenlerinden daha çok beyinleri kontrol altına alınarak kullanılmaktadır. Başka bir ifadeyle eskiden kölelere kaçmasın ve sahibine bağlı olsun diye ayaklarına prangalar vurulurken; günümüzde insanların beyinlerine prangalar vurulmaktadır. Tabi ki günümüz köle ve cariyeleri, beyinlerine pranga vurulduğundan bile habersizdirler. 
Ayaklara değil de beyinlere pranga vurulduğunun en güzel örneklerine de bugünkü Müslüman ülkelerine bakarak daha iyi anlamaktayız. Çünkü okumayan, düşünmeyen ve icraatı olmayan bir İslam âlemi vardır.
Evet bugün İsrail, vaat edilmiş topraklar adı altında Kudüs ve Filistin’i işgal etmeye çalışırken Müslüman ülkelerden İsrail’e ses getirecek ciddi bir tepki veril(e)memektedir. 
Haritaya baktığımız zaman İslam ülkeler arsında bir çıban gibi duran İsrail; yine Müslüman ülkelerin arasındaki Filistin’i işgal etmeye çalışırken Müslüman ülkelerin duyarsız olmaları beyinlerine pranga vurulduğunun bir göstergesi değil midir.
Eskiden ayaklarına pranga vurulan kölelerden üretim adına faydalanırken, beyinlerine pranga vurulmuş Müslüman ülkeleri ise tüketim endeksli hayat yaşatılarak batılalar tarafından sömürülmektedir. Bugün Müslüman ülkelerinin el ve ayaklarında prangalar olmasa beyinlerinde olduğu bir gerçektir. Çünkü okumayan ve tüketim endeksli bir millet olduklarından hayatlarını da öğrenilmiş çaresizlik içinde devam ettirmektedirler.
Bir kafesin içine beş maymun, kafesin tam ortasına da bir merdiven konur. Kafesin tavanına maymunların merdivenle rahatlıkla ulaşabilecekleri şekilde muzlar asılır. Maymunlar muza ulaşmak için merdivene çıktıklarında, üzerlerine soğuk su dökülecek şekilde su kovası ayarlanır.
Kafese aç olarak konan ve tavandaki muzları gören maymunlar, muzları yemek için merdivene çıkmak isterler. Her maymun merdiveni çıkıp muzlara ulaşmak istediğinde üzerine bir kova soğuk su dökülür. Kafesteki bütün maymunlar bu denemeler sonucunda sırılsıklam olurlar. Bir süre sonra muzlara hareketlenen maymunlar, diğerleri tarafından engellenmeye başlanır.
Daha sonra su kovası iptal edilir ve içerdeki maymunlar sırasıyla dışarıdaki maymunlarla değiştirilir. İçeri giren aç maymunun yapacağı ilk iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur; fakat diğer dört maymun tarafından engellenir. Tekrar teşebbüs etmeye kalkınca da diğer maymunlar tarafından güzelce dövülür. Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir. Kafese konan ikinci yeni maymun da merdivene ilk hareketinde engellenir ve güzelce dayağını yer. İkinci maymunu en istekli ve en şiddetli döven de kafese ilk giren yeni maymun olur. Islanmış maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir ve muzu yemek için yapacağı ilk hareketinde de cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin yeni gelen maymunları niye dövdükleri konusunda hiçbir fikirleri yoktur. Son olarak ıslanan dördüncü ve beşincisi de yenilerle değiştirilir ve aynı akıbeti yaşarlar. 
Karınları aç ve tepelerinde muzlar asılı olduğu halde hiçbiri muzu yemek için teşebbüs etmez. Çünkü maymunlar; “Burada işler böyle gelmiş böyle gider...” diye düşünmektedirler. Yani ilk maymunlar çaresizliği öğrenmişler, sonraki maymunlara da öğretmişlerdir.
İşte Müslüman ülkelerinin durumu da “Beş Maymun” hikâyesine benzemektedir. Çünkü dünyanın en iyi yeraltı ve yer üstü zenginliklerine sahip olmalarına rağmen nasıl işleteceklerini bilmediklerinden batılı devletlerin sömürüsü altına girmişlerdir. Biri öğrenilmiş çaresizliği yenme adına batıya başkaldırsa diğer İslam ülkeleri tarafında kafesteki maymunlar gibi saldırıya uğramaktadırlar.
Rabbimiz tarafında dünyanın en iyi coğrafyasında yaşama imkânı sunulan Müslümanlar, birbirleriyle uğraşıp birbirlerinin ayağına çelme takmaktan bir türlü ayağa kalkamamaktadırlar.
Rabbimiz tarafından bahşedilen petrolleri, madenleri, verimli tarım alanlarını işletip sermaye nasıl dönüştüreceklerini bilmemektedirler. Müslüman ülkeleri ham olarak bire sattıklarını işlenmiş olarak üçe beşe seve seve almaktadırlar. Oysa işletmesini bilseler ekonomik olarak özgür olacaklar.